Edebiyatta Üç Nokta Sayı: 9
Liste Fiyatı :
8,05
İndirimli Fiyat :
5,64
Kazancınız :
2,41
2789785943006
9284561
https://www.kitapberlin.com/edebiyatta-uc-nokta-sayi-9
Edebiyatta Üç Nokta Sayı: 9
5.64
Bir edebiyatçının aydın olarak portresi
Bizim gibi hayatın oldukça hareketli olup siyasi baskıların olduğu ve gündemin maruz kalınan şiddet yörüngesinde hızla değiştirildiği ülkelerde, sanat da ister istemez salt kendisiyle meşgul olamıyor. Sanatçı da yaşanandan bağımsız olarak dünyayı sadece sanatıyla kavrayamıyor. Yıllar önce Filistin Şiirleri Antolojisi'ni okurken; 1940, 1960 ve 1970'li yıllarda yazılan şiirlerimiz ile duyarlığın ortaklığını düşündüm. Kan ve karanlıktan çıkış arzusu ile geleceğe umutla bakan şiirlerdi bunlar. Filistin'de yaşanan ve yazılan; Acılı Kuşak'tan, 60 duyarlığından, 70 estetiğinden pek de farklı değildi. Her günün acıyla anıldığı, tek tek eksilen gencecik arkadaşların mezarına toprak atıldığı ve tüm körlüğüne karşın dünyanın değişimine olan inancın bitmediği, dipdiri tutulduğu yerde şiir de yalnızca kendi için(d)e ilerlemiyordu. İlerlemedi de.
Şairin hayatı şiir(i) olduğu kadar, şiirin hayatı da şair(i)dir. Şiirin hayatı ıskalamadığı ve hesaplaşmaya çağırdığı yerde şair de salt kalem erbabı olmuyor. Çünkü sözcüklerin yetmediği kadar acı bir hayatın yaşandığı yerde, sokağa taşmak, kavgaya karışmak zaruridir ve başka bir yol gözükmez şaire. Sadece sözün yetmediği yani bittiği ve koyu zamanların ise geçmediği bu topraklarda yaşayınca sanatçı, 'iş'inin yanı sıra başka sorumluluklarını da sırtlamakla ya da görmezden gelmekle karşı karşıya kalıyor. - bırakın yan yana yürümeyi (Bknz.) 1 Mayıs'larda, Yazarlar Sendikası, pankartını taşıyacak 3 kişiyi bulamıyor, - Güncel tabiriyle 'aktivist' diyebileceğimiz bir sanatçının hayat karşısında tavrını eylemiyle taraf olduğu yerden ortaya koyması ile sanatı için iyi ya da kötü bir genellemeye gitmek yanılgıdan başka bir şey değildir. Tıpkı, kötü şairlerin işi böyle şeyler(!), iyi şairler(!) masa başında çalışır... kanısı gibi. Ve tabii ki yaşadığı zamanda olan bitenlerden ve bunlar karşısındaki tavrından da bağımsız olarak değerlendirilmeyecektir sanatı ve sanatçılığı. Mesela, Sivas katliamından sonra talihsiz ve tarifsiz şeyler söyleyen ve peşi sıra Alevilere hakaret eden İsmet Özel'in okuduğumuz şiirine söyleminden ve geldiği ırkçılıktan bağımsız bakılır mı? Mehmet Kaplan'ın salt ideolojik bakışı bile itibar etmez sanıyorum bu şiire.
Hayata dair söz almak ve eylem içinde olmak, itiraz etmek, kavgaya karışmak ve tüm bu yaptıklarından şahsi bir beklenti içinde olmadan bedel alarak kendini sorumlu hisseden şair/yazarın vicdanı onu sanatta olmasa bile hayatta kesinlikle ve elbette farklı bir yere koyar. Böylesi bir sorumluluk içinde olmak kadar susmak da taraf olmaktır. Bknz. Yakın tarihe ve hep susanlar ile durmadan konuşmak zorunda kalanlara. Nöbetçi eylemci gibi sokaklarda bildiri okuyan imzalara. Onlardan geriye ne mi kaldı? Maalesef koca bir sessizlik.
Bugün pek çok şiiri besteleyerek ayrı bir değer katan uluslararası müzisyen Fazıl Say, 900 yıl evvel hayatını kaybeden Ömer Hayyam'ın şiirini 'retweet'lediği için '.........' biçiminde ceza alıyorsa ve yargı yolu kapanıyorsa, ülke bir mühendislik çalışması sonucu 'açık' cezaevine dönüştürülüyorsa ve 30 yıldır süren savaşta binlerce genç toprağa gömülüyorsa, Kürt halkı başta olmak üzere halkların talepleri göz ardı ediliyorsa, Aleviler aşağılanıyorsa, adalet anlamını yitirmişse ve tüm bunlara rağmen susmayı sürdürüyorsak ya da sadece iktidarın gölgesinde eşelenmeyi tercih ediyorsak ve vicdanımızı sadece taraf olan konularda menfaatimizle duyuyorsak bunda da bir beis görmüyorsak her şey bir yana buradan edebiyatın da şiirin de varlığını, anlamını sorgulamamız gerekmez mi?
Sadece, gündelik işlerle, görünme fetişizmiyle davranarak jürilerin peşinde, kokteyllerin izinde, kumpasların, kulislerin ve menfaat ilişkilerinin, baskı adedinin, imza gününün, ilanların, kapak fotoğraflarının netliğiyle ve salt kendi portresinin görünümüyle meşhurluğunun budalalığını taşıyan şairden şiire 'hayır' mı gelir yoksa 'yetmez ama evet' mi? Tam da burada, Hegel'in 'rahatsız bilinç' dediği şair/yazar, kendinin dışındaki meselelere burnunu sokuyorsa ve başını beladan kaldır(a)mıyorsa ona ne dendiğini suretinin neliğini siz doldurun.
Ödüller, kitaplar, konuşmalar, baskılar, satışlar... her şey unutulur. Ama Suriye'yi ve Esad'ı tehditkâr biçimde sonunu ölümle işaret eden bir yazarın portresini dünya asla unutmaz. Cezayir'in işgali karşısında Sartre'ın tavrının hep hatırlandığı gibi. Körlerin ve kölelerin kan ve karanlıktan kurtuluşu, yalanlarla doldurulan gündemden, günlerden ve dağların utandığı acıdan sıyrılmak için, eşitlik ile barışın anlamını soranlar daima nisyana karşı hafızadadır. Charles de Gaulle, Sartre'ın nobel'i reddettiği, ağır eleştirilerine maruz kalmasına ve işgale karşı durmasına karşın 'Sartre, Fransa'dır!' dediği yerde biz de 'Fazıl Say, Türkiye'dir' demezsek unutulmaz bir utanmaz portrenin içinde olmaz mıyız?
- Açıklama
- Bir edebiyatçının aydın olarak portresi Bizim gibi hayatın oldukça hareketli olup siyasi baskıların olduğu ve gündemin maruz kalınan şiddet yörüngesinde hızla değiştirildiği ülkelerde, sanat da ister istemez salt kendisiyle meşgul olamıyor. Sanatçı da yaşanandan bağımsız olarak dünyayı sadece sanatıyla kavrayamıyor. Yıllar önce Filistin Şiirleri Antolojisi'ni okurken; 1940, 1960 ve 1970'li yıllarda yazılan şiirlerimiz ile duyarlığın ortaklığını düşündüm. Kan ve karanlıktan çıkış arzusu ile geleceğe umutla bakan şiirlerdi bunlar. Filistin'de yaşanan ve yazılan; Acılı Kuşak'tan, 60 duyarlığından, 70 estetiğinden pek de farklı değildi. Her günün acıyla anıldığı, tek tek eksilen gencecik arkadaşların mezarına toprak atıldığı ve tüm körlüğüne karşın dünyanın değişimine olan inancın bitmediği, dipdiri tutulduğu yerde şiir de yalnızca kendi için(d)e ilerlemiyordu. İlerlemedi de. Şairin hayatı şiir(i) olduğu kadar, şiirin hayatı da şair(i)dir. Şiirin hayatı ıskalamadığı ve hesaplaşmaya çağırdığı yerde şair de salt kalem erbabı olmuyor. Çünkü sözcüklerin yetmediği kadar acı bir hayatın yaşandığı yerde, sokağa taşmak, kavgaya karışmak zaruridir ve başka bir yol gözükmez şaire. Sadece sözün yetmediği yani bittiği ve koyu zamanların ise geçmediği bu topraklarda yaşayınca sanatçı, 'iş'inin yanı sıra başka sorumluluklarını da sırtlamakla ya da görmezden gelmekle karşı karşıya kalıyor. - bırakın yan yana yürümeyi (Bknz.) 1 Mayıs'larda, Yazarlar Sendikası, pankartını taşıyacak 3 kişiyi bulamıyor, - Güncel tabiriyle 'aktivist' diyebileceğimiz bir sanatçının hayat karşısında tavrını eylemiyle taraf olduğu yerden ortaya koyması ile sanatı için iyi ya da kötü bir genellemeye gitmek yanılgıdan başka bir şey değildir. Tıpkı, kötü şairlerin işi böyle şeyler(!), iyi şairler(!) masa başında çalışır... kanısı gibi. Ve tabii ki yaşadığı zamanda olan bitenlerden ve bunlar karşısındaki tavrından da bağımsız olarak değerlendirilmeyecektir sanatı ve sanatçılığı. Mesela, Sivas katliamından sonra talihsiz ve tarifsiz şeyler söyleyen ve peşi sıra Alevilere hakaret eden İsmet Özel'in okuduğumuz şiirine söyleminden ve geldiği ırkçılıktan bağımsız bakılır mı? Mehmet Kaplan'ın salt ideolojik bakışı bile itibar etmez sanıyorum bu şiire. Hayata dair söz almak ve eylem içinde olmak, itiraz etmek, kavgaya karışmak ve tüm bu yaptıklarından şahsi bir beklenti içinde olmadan bedel alarak kendini sorumlu hisseden şair/yazarın vicdanı onu sanatta olmasa bile hayatta kesinlikle ve elbette farklı bir yere koyar. Böylesi bir sorumluluk içinde olmak kadar susmak da taraf olmaktır. Bknz. Yakın tarihe ve hep susanlar ile durmadan konuşmak zorunda kalanlara. Nöbetçi eylemci gibi sokaklarda bildiri okuyan imzalara. Onlardan geriye ne mi kaldı? Maalesef koca bir sessizlik. Bugün pek çok şiiri besteleyerek ayrı bir değer katan uluslararası müzisyen Fazıl Say, 900 yıl evvel hayatını kaybeden Ömer Hayyam'ın şiirini 'retweet'lediği için '.........' biçiminde ceza alıyorsa ve yargı yolu kapanıyorsa, ülke bir mühendislik çalışması sonucu 'açık' cezaevine dönüştürülüyorsa ve 30 yıldır süren savaşta binlerce genç toprağa gömülüyorsa, Kürt halkı başta olmak üzere halkların talepleri göz ardı ediliyorsa, Aleviler aşağılanıyorsa, adalet anlamını yitirmişse ve tüm bunlara rağmen susmayı sürdürüyorsak ya da sadece iktidarın gölgesinde eşelenmeyi tercih ediyorsak ve vicdanımızı sadece taraf olan konularda menfaatimizle duyuyorsak bunda da bir beis görmüyorsak her şey bir yana buradan edebiyatın da şiirin de varlığını, anlamını sorgulamamız gerekmez mi? Sadece, gündelik işlerle, görünme fetişizmiyle davranarak jürilerin peşinde, kokteyllerin izinde, kumpasların, kulislerin ve menfaat ilişkilerinin, baskı adedinin, imza gününün, ilanların, kapak fotoğraflarının netliğiyle ve salt kendi portresinin görünümüyle meşhurluğunun budalalığını taşıyan şairden şiire 'hayır' mı gelir yoksa 'yetmez ama evet' mi? Tam da burada, Hegel'in 'rahatsız bilinç' dediği şair/yazar, kendinin dışındaki meselelere burnunu sokuyorsa ve başını beladan kaldır(a)mıyorsa ona ne dendiğini suretinin neliğini siz doldurun. Ödüller, kitaplar, konuşmalar, baskılar, satışlar... her şey unutulur. Ama Suriye'yi ve Esad'ı tehditkâr biçimde sonunu ölümle işaret eden bir yazarın portresini dünya asla unutmaz. Cezayir'in işgali karşısında Sartre'ın tavrının hep hatırlandığı gibi. Körlerin ve kölelerin kan ve karanlıktan kurtuluşu, yalanlarla doldurulan gündemden, günlerden ve dağların utandığı acıdan sıyrılmak için, eşitlik ile barışın anlamını soranlar daima nisyana karşı hafızadadır. Charles de Gaulle, Sartre'ın nobel'i reddettiği, ağır eleştirilerine maruz kalmasına ve işgale karşı durmasına karşın 'Sartre, Fransa'dır!' dediği yerde biz de 'Fazıl Say, Türkiye'dir' demezsek unutulmaz bir utanmaz portrenin içinde olmaz mıyız?Stok Kodu:2789785943006Boyut:1-1-Sayfa Sayısı:1Baskı:1Basım Tarihi:2013-07-16Kapak Türü:KartonKağıt Türü:Kitap KağıdıDili:Türkçe
- Yorumlar
- Yorum yazBu kitabı henüz kimse eleştirmemiş.